Hârun Reşîd’in (rah.) kardeşi İbrâhim bin Mehdî şöyle anlattı:
“Bir gün Hârun Reşîd’in yanında idim. Aşçısını çağırdı ve “Yemek için hazırda deve etin var mı?” diye sordu. Aşçı da olduğunu söyledi. Yemek hazırlanıp getirildi. Hârun Reşîd, etten ilk lokmayı ağzına atarken veziri Cafer Bermekî gülmeye başladı. Hârun Reşîd lokmasını çiğnemeyi bırakıp ona niye güldüğünü sordu. Cafer Bermekî:
“Sizce bu deve etinden hazırlanan yemek ne kadara mâl olmuştur yâ Emîra’l-Mü’minîn?” diye sordu. Hârun Reşîd, “Dört dirhemedir.” dedi. Cafer “Hayır, belki dört yüz bin dirheme mâl olmuştur.” dedi. “Bu nasıl olur?” deyince Cafer Bermekî şöyle anlattı: “Siz, uzun bir müddet önce aşçınızdan yine deve eti istemiştiniz, o da olmadığını söylemişti. Ben de mutfakta deve eti mutlaka bulunmalı, dedim ve bu sebeple her gün bir deve kestik. Çünkü eti çarşıdan almıyorduk. O günden beri takrîben dört yüz bin dirhem harcanmıştır, lâkin Emîru’l-Mü’minîn bu güne kadar hiç deve eti arzu etmedi. Ben de Emîru’l-Mü’minîn’in yediği bir deve etinin bu kadar fazla paraya mâl olmasına güldüm.”
Bu hâdise üzerine Hârun Reşîd, ağlamaya başladı. “Sen helâk oldun ey Hârun!” diyerek kendisine kızıyordu. Sofranın, önünden kaldırılmasını istedi. Öğle ezanı okununcaya kadar ağlamaya devam etti. Gidip namazı kıldırdı geldi. Hâlâ ağlıyordu. Akşam namazına çıktığında hâlâ ağlıyordu.
Akşam namazından sonra İmam Ebû Yûsuf (rah.) huzuruna girdi ve: “Bugün niçin hep ağlıyorsunuz, bu hâliniz nedir, ey Müminlerin Emîri?” diye sordu. Hârun Reşîd de vaziyeti anlattı. Bunun üzerine Ebû Yûsuf (rah.), Cafer Bermekî’ye: “Her gün kestiğiniz deve eti israf mı edildi?” diye sordu. O da fakirlere dağıtıldığını söyledi. Ebû Yûsuf, Hârun Reşid’e dönerek:
“O halde, ey Müminlerin Emîri! Seni, bu güne kadar sarf edip de insanların istifâde ettiği malın, bugün Allâhü Teâlâ’nın sana tasadduk etmeyi nasip ettiği bunca sadakanın ve seni rızıklandırdığı haşyet ve takvânın sevâbı ile müjdelerim. Zîrâ Cenâb-ı Hak (meâlen): ‘Ve Rabbinin makâmından korkan kimse için iki cennet vardır.’ (Rahmân Sûresi, âyet 46) buyurmuştur.” dedi. Nihayet halîfenin kalbi bu sözlerle teskîn oldu.” (el-Bidâye ve’n-Nihâye)
-----
Üstteki hikaye bana bu dönemin tam zıttı olduğunu hatırlattı o devirlerin…