Japon mimarlardan biri evinin kapılarını yeniliyordu. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünde, iç kısımda, iki tahta arasında sıkışıp kalmış bir kertenkele gördü. Biraz daha dikkatle bakınca kertenkelenin canlı olduğunu fark etti. Onu oradan kurtarmaya çalışırken bu kez kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu gördü.
“Üç yıl önce yapılan eve kapısı takılırken dışardan çakılan bir çivi, o an kapıyla duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalı.” diye düşündü Japon mimar.
Peki nasıl olmuştu da bu kertenkele, bir santim bile kıpırdayamadığı bu karanlık duvar boşluğunda üç yıl canlı kalmayı başarmıştı?
Mimar, tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izlemeye başladı. Bu kertenkelenin sadece havayla beslenmediğine göre, üç yıl yaşamını nasıl sürdürebildiğini merak ediyordu. Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu. Japon mimar, nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkelenin geldiğini gördü. Gelen kertenkele, yerinden kıpırdayamayacak halde olana ağzından yiyecek taşıyordu. Bu kertenkele, diğerinin belki annesiydi, belki eşi, belki de arkadaşı. Kim bilir?
Ama bilinen bir şey var ki aralarındaki güçlü sevgi, birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için ona yiyecek taşımasına neden olmuştu. Hayat şartlarının bir şekilde sevgiyi ve sevmeyi unutturduğu bu zamanda insanların arasında böylesi bir sevgiye rastlamak o kadar zor ki!
Allah kimseyi bir başkasına muhtaç etmesin! Ama öyle ki herkese yanıbaşında onu böylesine seven birini nasip etsin.
—
Üstteki alıntı hikâyeden çıkarmamız gereken bir başka ders ise "rızık endişesinin yersiz bir endişe olduğu"dur. Rızık denilince aklıma her zaman şu şiir geliyor:
Açılır bahtımız bir gün hemen battıkça batmaz ya
Sebepler halk eder Hâlik, kerem bâbın kapatmaz ya.
Benim Hakk’a münacâtım değildir rızk için hâşâ
Hüdâ Rezzâk-ı âlemdir rızıksız kul yaratmaz ya.
Erzurumlu İbrahim Hakkı