Medîne-i Münevvere’ye hicretin başlarında, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından Müslümanlara, her ay üç gün ve bir de Âşûrâ günü oruç tutmak emrolunmuştu. Hicret-i nebeviyyeden bir buçuk sene sonra, Şâban ayının onunda da Ramazân-ı şerîf orucu farz kılındı.
Bakara Sûresi’nin 185. âyet-i celîlesinde buyurulmuştur ki (meâlen): “…Şimdi sizden Ramazan ayında hazır bulunan, o ayın orucunu tutsun. Ve hasta veya sefer hâlinde bulunursa diğer günlerde o miktar oruç tutsun. Allâhü Teâlâ sizin için kolaylık ister, sizin için güçlük istemez…”
Hakîm-i Tirmizî Hazretleri, bu âyet-i celîlede geçen yüsr (kolaylık) kelimesinin tefsîrinde şöyle demiştir: Yüsr, cennetin ismidir. Zîrâ bütün kolaylıklar cennettedir. Usr (zorluk) ise cehennemin ismidir, zîrâ bütün zorluklar oradadır. Yani Allâhü Teâlâ, orucunuz sebebiyle sizin cennete girmenizi istiyor, cehenneme girmenizi istemiyor.
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyuruldu: “Oruç tutan için iki sevinç vardır: İftar ettiğinde (orucunu tamama erdirip yemek içmek imkânına) kavuştuğu sevinç ve Rabbi’nin huzuruna çıktığında (kavuşacağı yüksek derecelerden dolayı) sevinç.”
Tevbe Sûresi’nin 112. âyetinde geçen es-sâihûn (seyâhat edenler) kelimesi, oruç tutanlar diye tefsîr olunmuştur. Zîrâ hadîs-i şerîfte: “Ümmetimin seyâhati oruçtur” buyurulmuştur. Orucun iki cihetle seyâhate benzerliği vardır:
1- Evvelâ seyahat eden kimse, çok kere yiyip içmek vesâir nefsinin arzularından mahrum kalır ve bazı zorluklara sabır ve tahammül etmek mecbûriyetinde bulunur. Oruç da insanı, nefsin arzularından alıkoyması noktasında mühim bir seyâhate benzer.
2- Bir de seyahat, insanın görmediği, bilmediği birtakım şeylere vâkıf olmasına vesîle olduğu gibi oruç da melekût âlemlerinin gizliliklerine vâkıf olmaya vesîledir. Oruç tutan kimse bu vesîle ile birçok bereketlere, tecellilere kavuşur ki böylece mânevî bir makâmdan diğerine intikâl etmiş bulunur. Bu cihetle de oruca seyâhat denilmiştir.
/ FAZİLET TAKVİMİ 25 Nisan 2020, Cumartesi